Hırsız – İbram Onsunoğlu yazdı
Selanik’e Gümülcine’de 20 gün kaldıktan sonra geldim. Burada bir randevum var, iki hafta sonra yine Gümülcine’ye döneceğim.
Çocuklar refakat ettiler. Bana uzun yolculuklarda araba sürdürmüyorlar, onlar sürüyor. Yaşlandın sen demiyorlar, ama ben anlıyorum.
Selanik’te evin kapısını açınca koridordaki dağınıklığı görür görmez anladım. 10 yıl önce yine başıma gelmişti, o sahneyi hatırladım hemen. “Çocuklar, eve hırsız girmiş!” Kim bilir neler götürmüştür, diye düşündüm, üzüntü ve öfke karışımı bir duyguyla.
İlk yaptığımız şey, kütüphanedeki kitap taklidi bir kutuya bakmak oldu. “Baba paralar burada. Dokunmamışlar.” Çok şükür, rahatladım. Az para değildi. Şu bankalarda sermaye denetimi başlayalı beri her hafta çekmeye müsaade edilen 420 evroların bir ucundan biriktirebildiğim. Bir iş için topluyordum. Madem paraları bulamamışlar, geri kalanı tafsilat. Ama bir bakalım neleri almışlar.
Sonra evi şöyle bir dolaştım. Arka odanın balkon kapısı açıktı, demek ki arka balkondan girmişler. Balkon kapısını yarı açık bırakmıştım, hava alsın diye. “Baba, bak balkona şuradan çıkmışlar.” Diye gösterdi büyük kızım. Dairem apartmanın 1. Katında. Oraya zemin kattan yukarıya doğru uzanan doğal gaz borusundan tırmanmışlar. Balkonun o noktasındaki plastik kutu yerinden uzaklaştırılmış. 10 yıl önce dairemin giriş kapısının kilidini kırmışlardı, evde olmadığımız bir gece. Geçen sene zırhlı kapı taktırdım, çok gürültü çıkarmadan o kapıyı kırmak mümkün değil.
Ortalık darmadağınık, karıştırılmadık yer bırakmamışlar. Dolaplar açılmış, çekmeceler ortalığa boşaltılmış, çanta ve kutuların içindekiler yerlere saçılmış. Bir tek mutfağa dokunmamışlar, bıraktığım gibi. Kitaplıklardaki kitaplara da dokunmamışlar, iki bine yakın kitabım var Selanik’te kalanlar, en çoğu salonda, onları yerlere saçmış olsalardı başıma büyük bela açacaklardı.
Sonra birden hatırladım, bir altın liram vardı, Reşat, kulplu, kızkardaş onu yıllar önce çocuklara hediye etmişti, boyunlarına taksınlar diye, onlar da biz böyle şey takmayız demişlerdi. Çekmecede eski bir cüzdana koymuştum, orada duruyordu. Eski deri cüzdanlarım birkaç tane, onları da bulmuşlar, karıştırıp masanın üstüne atmışlar. Reşat’ı aradım, yok. Bulup almışlar demek. 200 evro mu bir Reşat günümüzde? Tespit ettiğim ilk kaybım.
Televizyon orada, bilgisayar orada, telefon ve radyo orada, hiçbirine dokunmamışlar. Artık kullanmadığım dört kol saatim de orada, çekmeceden çıkarıp masanın üzerinde bırakmışlar. Bunlardan ikisi Çin malı, 5’er evroluk. Ama öbür ikisi İsviçre malı, pahalı saatler, 200-300 evro fiyatları, onları da öyle ucuz şeyler sanmışlar ki almamışlar. Çocuklarla evden neler eksilmiş olduğunu araştırdık, bulamadık, Reşat’tan başka. Belli ki aradıkları para, altın ve kıymetli ziynet eşyasıymış, hani şu pahada ağır yükte hafif denilen cinsten. Benim evde öyle şeyler yok. Birkaç altın eşya vardı, rahmetli hanımın, 10 yıl önceki hırsızlık olayında onları aşırmışlardı.
Polise telefon edip haber verdim. Hırsız yakalanır diye bir umut taşıdığımdan değil, olay kayda geçsin diye ve devlet bilsin. Gelip bir göz attılar. Balkon kapılarını asla yarı açık bırakmamamı ve evde para tutmamamı öğütlediler. Parmak izi aramak üzere “simansi”yi göndereceğiz dediler. Bu arada dağınıklığa hiç dokunmuyoruz, polisin işini bitirmesini bekleyerek. İki saat sonra o polisler de geldi. Önce doğal gaz borusunda, sonra balkon kapısında parmak izi aradılar. “Bak” dedi polis, balkon kapısına püskürttüğü siyah boyayı göstererek, “Parmak izleri burada, ama eldiven kullanmış. Bir bulgu elde etmemiz mümkün değil.” Karakola gidip ifade vermemi söyleyerek ayrıldılar. Dağınıklığı topladık. Kızlar kendi evlerine gitti.
Yalnız kaldıktan sonra karıştırılmış ve düzeni bozulmuş evraklarımı yeniden düzenlemeye koyuldum. Eski deri cüzdanlarım orada, dur bir kez daha bakayım dedim, bir Reşat’ın hacmi nedir ki, belki dikkat etmemişimdir. Ve cüzdanın birinde Reşat altınını buldum. Sevindim tabiî, zira bizim için duygusal bir değeri de vardı.
Sonraki gün üç aile ferdi yine toplandık ve hırsızlık olayını konuşuyoruz. Reşat ta masanın üstünde. Herbirimiz onu eline alıp evirip çevirdi, üstünde eksik bir şey ararmışçasına. Hiç zayiat vermediğimiz anlaşıldığı için keyfimiz yerindeydi.
Ben: -Belli ki pahada ağır yükte hafif şeyler aramış. Girdiği yerden yani balkondan bilgisayarı, televizyonu ve başka hacimli ve ağır şeyleri indirmeye kalksaydı hem zorlanırdı, hem de bu hareketle gürültü yapacağından komşular tarafından farkedilebilirdi.
Küçük kızım: -Evde demek hiçbir şey eksik değil. O halde hırsız eli boş gitmiş. Bu kadar telaş, risk boşuna, yazık olmuş. Adama acımaya başladım.
Büyük kızım: -İyi o zaman, ilan verelim de gelsin, hiç olmazsa Reşat’ı alsın.
Küçük kızım: -Yahu bir kitabın içinde para olduğunu bilmiş olsaydı bile onu bulmakta zorlanırdı. Bunca kitabı birer birer karıştır ara, kolay değil. Bir günde bitecek iş değil. Baba hırsızların işini zorlaştırıyorsun.
Ben: -Tamam o zaman bir ilan asalım. Sayın hırsız, paralarım şu çekmecenin içinde. Bir Reşat altınım var, o da şu kutunun içinde. Ararken size zahmet olmasın.
Küçük kızım: -Zaten kutuları da görünce feleğini şaşırmıştır. Kaç kağıt kutun var evde be baba? 100’e yakın, hangisine birisine baksın. Sanırım ömründe böyle bir eve girdiği yoktu.
Büyük kızım: -Şimdi hırsızlar arasında piyasada şöyle bir söylenti dolaşacaktır: O eve hiç girmeyin, ele gelecek bir şey yok orada. Evin itibarı ayaklar altında.
Küçük kızım: -Baba be! İyi aradın mı? Hırsızın unuttuğu veya düşürdüğü bir şey buldun mu? Para cüzdanını düşürmüş olamaz mı? Böylece bu hırsızlık olayından kazançlı biz çıkalım.
Hiç zayiat vermediğimiz anlaşıldığı için keyfimiz yerindeydi. Hırsızla dalga geçiyorduk.
24/11/2017 – İbram Onsunoğlu
Azınlıkça'yı Google Haberlerde takip et
Azınlıkça'yı Facebook'ta takip et
Azınlıkça'yı Twitter'da takip et