Geçtiğimiz gün Instagram’da siyah beyaz bir fotoğrafa denk geldim.
Eski adamlar, eski kadınlar özel kıyafetlerini giymişler, çünkü eskiden bir poz çok önemli olduğundan onu israf etmemek için özel kıyafetler giyilip öyle poz verilirdi. Eskiden öyle her zaman fotoğraf çekmediğimiz için fotoğrafçıyı beklemek zorunda kalırdık. Özel fotoğraf günleri olurdu.
Çocukluğumda fotoğraf albümleri vardı ve oturup o albümlere bakılırdı misafir geldiğinde. “Ya bunu nerde çektirdiniz, bu yanındaki kim?” gibi sorular sorulur ve bunun üzerine sohbetler edilir, geçmiş yad edilirdi.
Günümüzde, o fotoğrafları hatırlatma görevi artık cep telefonlarımıza düştü. Cep telefonlarımız 4 yıl önce, 5 yıl once çektiğimiz fotoğrafı hiç çekinmeden bize hatırlatıyor. Bazen o fotoğrafa bakınca hüzünleniyoruz, bazen de “Ya ben bu fotoğrafı niye çekmişim!” deyip silme ihtiyacı hissediyoruz.
“Hafızayı silmek”, önemli bir kelime. Bilgisayarımızın, telefonumuzun hafızası dolunca silebiliyoruz. Peki kendi hafızamıza bu kadar kolay hükmedebiliyor muyuz?
Vücudunuzun herhangi bir yerinde, geçmişte yaşadığınız bir olaydan ötürü kalan bir yara izi sizi, her baktığınızda o güne götürür. Fotoğrafı olmayan o anın, o günün, yaşadıklarınızın izidir o hafızanızda kalan. Peki ya kırışıklar… göz kenarlarınızda, şakaklarınızda, her bir yaşanmışlığın izini sessizce size hatırlamaz mı?
Yaralar… yaşanırken size acı veren fakat üzerinden zaman geçince hoş bir hatıraya dönüşen yaralar. Yara ne kadar büyük olursa olsun, insan bedeni öyle bir mucize ki o yarayı kapatabiliyor. Yara kapanınca da geriye sadece o yaradan bir iz kalıyor.
O izleri bize hiçbir akıllı telefon hatırlatamaz. İşte bu yüzden yara izleri çok kıymetlidir. O yara izleri çok iyi saklar geçmişi.
Zafer Memet
Azınlıkça'yı Google Haberlerde takip et
Azınlıkça'yı Facebook'ta takip et
Azınlıkça'yı Twitter'da takip et