Gümülcineli emekli Psikiyatr Doktor İbram Onsunoğlu, Batı Trakya’da kurulur kurulmaz gördüğü baskılar neticesinde kendini fesih etmek zorunda kalan “Azınlıkçı Düşünce Merkezi”nin nasıl ve kimler tarafından kapatıldığı gerçeğini ifşa etti.
Onsunoğlu: “Yunan Yönetiminin kapattığı veya açtırmadığı azınlık derneklerini hepimiz biliyoruz, o dernekler için A.İ.H.M.’ye gittik, kavgasını hep veriyoruz. Peki, Türkiye’nin de (Batı Trakya’da) kapattığı azınlık dernekleri var mıdır?” sorusunu soruyor ve cevabını veriyor.
Dr. İbram Onsunoğlu’nun yazısı şöyle
DÜŞÜNCE MERKEZİ’Nİ HANGİ YÖNETİM KAPATTI?
Almanya’ya yerleşik bir Batıtrakyalı soydaş, Mehmet Küçük, sosyal medyada sık sık yakınıyor, azınlık okumuşları niye azınlık sorunlarını tartışıp çözüm aramıyor, niye örgütlenip mücadele etmiyor, niye inisiyatif almıyor diye.
Birçok konuda görüşlerimiz belki farklı, ama kendisiyle tanışmadığım Mehmet Küçük, iyi niyetli, özverili, çalışkan, muhatabına saygıda kusur etmeyen bir kişi olarak görünüyor, bu haliyle takdir ettiğim bir Batıtrakyalı aktivist.
Birkaç kez paylaşımlarına yorum yaptım. Son olarak “okumuşlar niye inisiyatif almıyor” gibilerden bir şikayetine, doğru soru bu değil, “inisiyatif alanlar niye engelleniyor”, doğru soru budur diye yazdım. Sonra okumuşların-aydınların bir inisiyatifinin nasıl engellendiğine “güzel” bir örnek olarak Azınlıkçı Düşünce Merkezi’nin öyküsü aklıma geldi, “o öyküyü bilir misin” diye sordum.
Mehmet nerden bilecekti tabii, burda işin içinde olan ben unuttum. Uzun ve çok emek harcanan bir hazırlık çalışması sonunda tüzüğü hazırlanan ve Azınlıktan 20 kurucu üyesi tarafından imza edilip mahkeme onayına sunulan Düşünce Merkezi, yıllar 2004, sonunda niye kapandı ve onu kim kapattı?
O zaman Düşünce Merkezi’nin dağılma sürecinde AZINLIKÇA dergisinde konuyla ilgili aşağıda alıntıladığım makale yayımlanmıştı. 14 yıl önce o günlerin aktüalitesini oluşturan bazı durumları bugün anlamak belki biraz zor, ama olsun, yazı herkesin unuttuğu bu olay hakkında bir fikir veriyor.
Yunan Yönetiminin kapattığı veya açtırmadığı azınlık derneklerini hepimiz biliyoruz, o dernekler için A.İ.H.M.’ye gittik, kavgasını hep veriyoruz. Peki, Türkiye’nin de (Batı Trakya’da) kapattığı azınlık dernekleri var mıdır?
Millî bakımdan çok tahrik edici ve saygısız bir soru. Ama aslında tahrik edici -insanı çileden çıkarırcasına ve çok saygısız olan, azınlık gerçeği. Millî önyargı zincirlerini kırdığını sanan benim bile dokunmaya cesaret edemediğim. Çözüm arıyorsak, sorunlarımızı hasıraltı etmek yerine onları masaya yatırmasını öğrenmeliyiz, değil mi?
Hadi şimdi bir sorunu hasıraltından çıkaralım ve masaya yatıralım, buyurun. Azınlıkçı Düşünce Merkezi’ni 2004’te Türkiye kapatmış ve çalışmasına Türkiye müsaade etmemiştir.
Neden ve nasıl? Hep aynı sapıklık ve saplantı yüzünden, Düşünce Merkezi’ni denetlemediğine inandığı için. Merkez, Koca Kapı’nın direktifiyle kurulmamış, üyelerini ve yönetim kurulunu kendisi belirlememiştir. Koca Kapı için en öncelikli olan, Azınlığın denetimidir, azınlık sorunlarının çözümünden, Azınlığın gelişmesi ve ilerlemesinden daha öncelikli olan. Türkiye’nin azınlık politikasının olmazsa olmazı. Düşünce Merkezi’ni denetlemiyorsa, o zaman Merkez kapansın daha iyi, sağlayacağı yararlar da eksik olsun. Ve öyle olmuştur. Türkiye’nin azınlık politikasının sakatlıklarını saptamak, hele böyle sakatlıkların varlığını kabul etmek az çileli olmamıştır.
Türk polisi Yunanistan’a gelip te Düşünce Merkezi’nin kapısına kilit vurmadı tabiî (!). Türkiye’de bir Batı Trakya sitesinde Adem Havvaoğlu yalancı adıyla bir yazı çıktı, Merkez’in 20 kurucu üyesini “Türkiye düşmanı ve Yunan Yönetiminin Türk Azınlığı içindeki kadrosu” olarak niteliyordu. Yazıdaki daha başka unsurlardan kolaylıkla anlaşıldığı gibi, altındaki imza MİT’indi, ve Derin Devletin. Özel bir kişinin yapamayacağı, ancak İstihbaratın başarabileceği büyük puştluktu bu. Koca Kapı, Merkez’in derhal kapatılmasını emrediyordu. Yoksa, daha ilk tepkisinde kurucu üyeleri hain ilan ederek (lafa bak hizaya gel, “Yunan Yönetiminin Türk Azınlığı içindeki kadrosu”, nasıl da 40 metreden MİT kokuyor) devamında çok daha fena tedbirlere başvuracağını ilan ediyordu. Düşünce Merkezi böylece bir bombayla havaya uçuruldu.
Bombalar (ve puştluklar) bir tane değildi tabiî, Düşünce Merkezi’nde ardarda küçük büyük 10 kadar bomba patlatıldı. Türkiye’de ve Avrupa’da. Burada yerel düzeyde ise Ahmet Davut’un “Olay” gazetesini kullandılar. Aynı şeyleri söylemek, aynı çamurları atmak için. Zavallı Ahmet’im de “hainlere” saldırmak için Derin Devlet kendi gazetesini seçti diye o zaman gurur duyuyordu. Şimdi daha sefil bir başkasını kullanıyorlar. Engel tanımayan sapık bir psikololjiyi yansıtan profesonel provokasyonlar, insanın savaşta bile düşmanı aleyhinde yapmaya utanacağı şeyler.
Ben “eşeksediğim” ve Κoca Kapı ve Takımın kalleşliklerine karşı savunmamı örgütlediğim için böyle provokasyonlar bana vız geliyordu. Hatta beni daha kararlı yapıyordu. Ama öbür 19 genç? Onların da yaşamlarını alt üst etmelerini isteyebilir miydik? Merkez, çil yavrusu gibi dağıldık.
Kimlerdi o diğer 19 azınlık aydını, MİT ve Derin Devlet’in “Türkiye düşmanı ve Yunan Yönetiminin Türk Azınlığı içindeki kadrosu” dediği kişiler? Vallahi isimlerini yazmaya utanıyorum, sanki bu çamurdan onlarda iz kalacakmış gibi korktuğum için. Ben utanıyorum, ama MİT ve Derin Devlet utanmıyordu. Onun için bu ikisinden korkulur kardeşim, siz siz olun onlardan uzak durun, onlara yakın duranlardan uzak durun.
Birçok sorular sorduk ve yanıt verdik te, sorduğumuz sorulardan bir tanesi de, Ana Vatan Türkiye Yunan Yönetimi gibi Azınlıkta dernek kapatmış mıdır idi. Tabiî kapatmıştır, en belirgin olanı AZINLIKÇI DÜŞÜNCE MERKEZİ. Ondan sonra onun gibi açılması muhtemel bütün dernekleri-birlikleri kapatmıştır. Sayısı kayıp.
Bir tek şu yakınlarda kurulan Dedeağaç Azınlık Derneğini engellemeye meydan bulamamıştır, gafil avlandığı için. Onu da ya istila edecektir, ya da istila edemezse kapatmak isteyecektir. Dikkat ettiniz mi bilmem, Dedeağaç Derneğine bütün azınlıkçılar sahip çıktık, destek veriyoruz. Koca Kapı ve Takım ortalıkta yok. Aman olmasınlar, ortaya çıktıkları an boklamak için geleceklerdir. Dedeağaçlılar sakın gevşek davranmasınlar, bizim Yüksek Tahsilliler Derneği’nde yaptığımız gibi, Koca Kapı’nın istila etmesine göz yumduk ve azınlık kuruluşu olarak Yüksek Tahsilliler Derneği de bitmiş oldu. O zamandan beri ölüm döşeğinde.
İbram Onsunoğlu
AZINLIĞIN DÜŞÜNMESİNDEN KİM KORKUYOR
DENGE / İBRAM ONSUNOĞLU
1980 yılının sonları ile 1981 yılının başlarında yeni Vakıflar Yasası münasebetiyle Azınlıkta ilk kez Yüksek Kurul adıyla bilinen geniş katılımlı halka açık toplantılar yapılmaya ve ortak kararlar alınıp toplu kavga verilmeye başladığında, 1974-77 döneminin eski milletvekili Sabahattin Galip şöyle yeriniyordu: “Bizim dönemimizde böyle toplantılar olmuyordu ki, arkamızda böyle bir destek yoktu ki. O zaman toplu hareket edemiyorduk. Tek başıma mücadele veriyordum ben. Kimsesiz ve desteksiz. Ne danışacağım ne de dayanaşacağım kimse vardı. Çoğu kez ne yapacağımı bilemiyordum. Ben milletvekiliyken keşke güç alacağım böyle bir topluluk bulunsaydı, ne iyi olurdu diye düşünüyorum.”
İki yıl sonra İskeçe’de patlak veren İnhanlı Direnişinin başında ilk günleri başta Orhan Hacıibram olmak üzere üç kişi vardı. Ancak İnhanlı davasına tüm Azınlığın sahip çıkmasını sağlamak gerekiyordu. Nitekim iki hafta sonra Azınlık bir baştan bir başa İnhanlı davasıyla dalgalanmaya başladı.
Bu arada tüm azınlık derneklerinden birer destek kararı istendi. Destek kararı gönderenler arasında Türk Öğremenler Birliği de vardı. Öğretmenler Birliği’nin destek kararı, İnhanlıların oturma eylemi yaptıkları İskeçe şehir meydanındaki ilan tahtasında iki gün asılı kaldı. Üçüncü gün Birlik başkanı gelip o yazının oradan kaldırılmasını istedi.
Bir yıl sonraki Yaka Direnişi, olay yeri sayılan Eşekçili köyünde nahiye müdürü Mehmet Nuri ve oluşturulan mücadele kurulunun öncülüğünde yürütülüyordu. Mücadelenin organizasyon biçimi, “merkezci” anlayışın destekçileri tarafından “azınlık birliğini bozmak” olarak durmadan eleştirilmekle kalmadı, bu iddia ileri sürülerek açıkça sabote edildi. Sonunda Azınlıkta birlik adına geri yapıldı ve mücadelenin inisiyatifi Müftülükteki Yüksek Kurul toplantılarına devredildi.
Bu devir işiyle Yaka Direnişi de noktalanmış oldu, dürülüp rafa kaldırıldı.
Azınlık davalarında oybirliğiyle kararlar almak, toplu hareket etmek ve toplu kavga vermek kuşkusuz aranan şey. Ama her şey değil. Zira bazen toplu olarak başlatılan bir mücadeleyi yarı yolda bırakanlar çıkabilir, birliği bozarak. Bazen de her şeye rağmen sağlanmak istenen birlik, sonunda mücadeleyi güçlendirmek yerine engelleyebilir. Yani birlik hep aranan şey, ama her şey değil. Bazen birlik yolda bozulabilir, bazen de birliğin olmaması olmasından daha iyidir. Birlik, bir mücadelede olmazsa olmazlı bir saplantı olmamalıdır.
Yukarıda verilen “tarihî” örneklerdeki bir ortak payda, azınlıksal yaşamın bugüne dek değişmeden süregelen ve bir türlü düzelmeyen bir bozukluğunu göstermektedir. Bu bozukluk üzerinde odaklanmak istiyoruz.
Yeni çıkan Vakıflar Yasasını kınamak üzere Gümülcine Müftülüğünde yapılan ilk Yüksek Kurul toplantısında bu yasa Mecliste görüşülürken söz alıp karşı çıkmadıkları için ve bunu maksatlı ve Yönetimle anlaşmalı yaptıkları iddiasıyla dönemin iki azınlık milletvekili, Hasan İmamoğlu ile Celal Zeybek, hain ilan ediliyor ve onları bu toplantılara sokmama kararı alınıyordu. Bu kararı aldıranlar, tabiî, bir yıl önce çıkan yasaya karşı niye kendileri de önce susup ta tam bir yıl sonra uygulamasına geçildiğinde ancak şimdi tepki göstermeyi akıl ettiklerini açıklamıyorlardı –aynen bugün Celal Bayar Yurdunun yol için kamulaştırılan bölümünde olduğu gibi. Azınlık milletvekillerinin, söz konusu tasarının Meclisten kendilerinin yokluğunda ve haberdar edilmeden ivediyle geçirildiği iddiası ise hiç kâle alınmamıştı. Tabiî, 6 yıl sonra başlayacak olan “terör döneminde” o iki milletvekilinin, İmamoğlu ile Zeybek’in, hainler listesi Kara Listenin ilk isimlerinden olduklarını ayrıca anımsatmak gerek.
İnhanlı mücadelesine tüm Azınlığın sahip çıktığı günlerde, lider sınıf kendi arasında kıran kırana kavga ediyor ve mücadelenin başını çeken Orhan Hacıibram, beş İnhanlı köylüsüne imza ettirilen ve Orhan’ı tek başına desteksiz bırakacak şekilde Gümülcine Müftülüğünde yapılan komplolu bir toplantıda okunan metinle hain ilan ediliyordu. Daha sonra bir Türkiye ziyaretinden Orhan, elinde Ana Vatan’dan “resmî hainlik belgesiyle” dönecekti. Azınlık Mafyası üyeleri zevkten dört köşe olmuş, gülmekten karınlarını tutuyorlardı.
Yaka Direnişini yönetenlerin bir yandan komünist oldukları söylenip aleyhlerinde Türkiye basınında yergiler yazdırılıyor, öbür yandan bu olayın Yönetimin direktifiyle tezgahlanan bir oyun ve hıyanet olduğu ve onun için durdurulması gerektiği propagandası yapılıyordu, geceleri köy köy dolaşan Mafya grubu tarafından.
Yaka Direnişini Yönetim bastırıp durdurmamıştır, çünkü bastıramamıştır.
Ortak paydanın bir ortak paydası daha: Bu hainlik suçlamaları hep aynı kesimden geliyordu, sonraları Azınlık Mafyası olarak isim yapan gruptan. Bu grubun arkasında hep Koca Kapı vardı, daha doğrusu daha sonraları Derin Devlet olduğu ortaya çıktı. “Ha Susurluk, ha Susurköy”.
Koca Kapı’nın Derin Devlet’le aynılaştığı dönem oldu, başkalaştığı dönem oldu.
***
Bugüne gelirken, aradaki 20 yıldan çok zaman dilimini, 1987-1996 “terör dönemini” ve Kara Liste uygulamasını atlayalım.
1996’dan sonra 10 yıllık Kara Liste uygulamasının üzerinden 10-15 yıl geçmeden Azınlığın kendine gelemeyeceğini söylüyordum ben. Rıza Kırlıdökme benden daha karamsar veya daha gerçekçi, “Hayır, aradan en az 30 yıl geçmeden Azınlık o dönemin yanetkilerini aşamayacak ve kendine gelemeyecektir.” diye düzeltiyordu beni.
Şimdi burada şunu da ekleyebilirim: Bu dönem 15 yıldan az, 30 yıldan çok ta sürebilir, gelişmelere bağlı olarak. Türkiye’deki demokratikleşmeye, “yurttaşlar toplumunun” gelişmesine ve Derin Devlet kapsamının daralmasına, ve Azınlığın göstereceği direnişe bağlı olarak.
Bugüne gelelim. Bir ay önce Gümülcine’de “Azınlıkçı Düşünce Merkezi” adlı bir derneğin oluşturulduğu ilanı, Azınlıkta perde arkasının nasıl çalıştığını bilmeyenler için şaşırtıcı ve anlam verilmez tepkilere ve sefil provokasyonlara hedef oldu. Provokasyon, küfür ve iftiraların arkası geleceğe benziyor. Biz bekliyorduk. Ama bunların, bir süredir türküsü söylenen azınlık partisinin kuruluşuna saklandığını sanıyorduk. Merkezin, kurulacak partinin ön odası olduğu değerlendirilmesi yapılmış. Alakası yok, ama bu korkuyla ivedili davranıldığı anlaşılıyor. “Biz Batı Trakya’da ikinci Talatların doğmasına müsaade etmeyeceğiz” diye haykırıyordu dün Burhanettin Hakgüder.
Olayın üzerinde duracağız, çünkü 1987-96 dönemi sanki hortlatılmaya çalışılıyor. Son günlerde benzeri taktiklerin ilki değil bu. Tavır koymak zamanı geldi.
Düşünce Merkezine tepkileri iki grupta toplamak mümkün.
Azınlıktaki geleneksel hafiye edebiyatına özgü istihbaratçı, provokatif, hakaretli ve küfürlü tepkiler ki, burada Sarıçizmeli ve Havaoğlu gibi “isimsiz kahramanlarca”, özetle bu Düşünce Merkezinin Yunan Yönetimi tarafından Azınlıktaki işbirlikçilerine ve hainlere kurdurulduğu senaryosu işleniyor.
Yani “hep o şarkı”.
Azınlıkta hiçbir özgür düşünceli, dürüst ve demokrat bir birey yoktur ki toplumsal ve siyasî işlere soyunup katılsın da, sonra “statüko” çevreleri sırf bu tavrı veya tavrına uygun söylemi yüzünden onu böyle bir çamur çukuruna sokmasın ve hain ilan etmesin. Hâlâ hain ilan edilmemiş böyle birileri varsa, bilsinler ki unutulmamışlardır, herhalde vakit onlar için henüz erkendir ve çamur çukuru onlar için de bir münasebetle kullanılmaya hazır bir vaziyette beklemektedir.
Taktik olarak vurulacak kişi soyutlanır ve ondan sonra vurulur, savunmasına kimse koşmasın diye. Onun için Azınlıkta iki kişiyi bir arada pek göremezsiniz. Ancak bu kez Merkezle birlikte ortaya çıkan 20 kişi birden ve tümüne saldırıya geçilmiş. Onun için bu kez iftiralar da daha büyük, taş çatlatan cinsten.
Azınlıktaki katılımsızlığın başlıca nedeni işte bu. Katıldın mı, Mafyanın veya Statükonun arkasına takılıp onun koyduğu kurallara uyarak katılacaksın. Yoksa seni en adisinden çamur ve iftira beklemektedir. Ve azınlık insanı çareyi katılmamakta buluyor. Veya içten içe direnişini örgütlüyor ve mesajlarını veriyor. Bir gün patlarsa, bazı ağızlar bir karış açık kalacak.
Peki, bütün bu çamurlar, iftiralar, hakaretler, tehditler ve şantajlar, böyle oldukları halde nasıl oluyor da etkili olabiliyor, tutuyor ve yasallaşıyor? Çünkü bunları ortaya atanlar, Koca Kapı adına ortaya atıyor ve arkalarında Koca Kapının bulunduğunu ve onun onayıyla veya direktifiyle hareket ettiklerini açıkça söylüyor veya sezdiriyorlar. Yazılı belge ve vekâletname göstermelerine gerek yok, olay uygulamada ve azınlıksal yaşamın içinde kanıtlanıyor. Azınlık kamu oyu konuyu böyle algılıyor, böyle yaşıyor, ona göre davranışını belirliyor.
Ama biz artık yazılı belge istiyoruz. Öyleyse bilelim. Değilse yine bilelim, resmî yalanlama çıkarılsın. Bu kez olay çok ciddi. Adem Havvaoğlu diye bir yalancı adın arkasına gizlenen bir kişi, bir profesyonel ajan provokatör, belli ki elinin altında tüm hafiye raporları, bir yan devlet veya derin devlet odağını temsilen, “resmî” bir ağızla ve Koca Kapı adına hareket ettiğini sezdirerek, Düşünce Merkezinin kurucu üyeleri 20 azınlık aydınına “Türkiye düşmanı ve Yunan Yönetiminin Türk Azınlığı içindeki kadrosu” diye iftira ediyor.
Bu olay karşısında Gümülcine Konsolosluğu seyirci kalamaz ve susamaz, azınlıkiçi bir kavga diye geçiştirerek ve ne idüğü belirsiz bir serserinin hezeyanları diye sayımsamaz görünerek. Çünkü asla azınlıkiçi bir kavga değil, o serseri de ne olduğu çok iyi bilinen bir odak. İftira edilen 20 azınlık aydınının ne olduklarını bilmekten buradaki Konsolosluk sorumlu, o odak değil. Bu bir iftiraysa, o zaman burada Konsolosluğun kendisine de dolaylı hakaret var.
Böyle bir iftira karşısında suskunluk, onu benimsemek olarak algılanacak ve daha başka yorumlara da kapıyı açacaktır.
Bütün bunların ötesinde ilginç bir nokta, Düşünce Merkezi aleyhindeki provokasyonlarda Yunan tarafı ile kendini Türk olarak gösteren tarafın birbirlerini destekleyici ve tamamlayıcı olarak işbirliği edercesine ortak hareket etmeleri. “Hronos” gazetesi ile Havvaoğlu nasıl da birbirlerini tamamlıyor. Ortak noktalar o kadar çok ki, tesadüfü neredeyse imkansızlaştırıyor.
İki gün önce beni Selanik’te ziyaret eden Türkiyeli yazar ve şair Halilibrahim Özcan’a, yeri geldi, internette Batı Trakya site’sinde çıkan Merkez aleyhindeki suçlamaları okudum ve Hronos gazetesinin rolünü anlattım. Şunu söyledi: “Bu Düşünce Merkezinin ne olduğunu bilmiyorum. Ama aleyhinde yazılanlardan ve kullanılan dilden anladım ki, zira bu dil bizim Türkiye’de de çok iyi tanıdığımız aynı dil, aynı mantık, aynı sapıklık, ve anladım ki bu Merkez doğru yolda olmalı. Doğru yolda yürüyenlere karşı kötülerin kullandığı dil bu. TÜRK-PEN’den Merkeze destek olabiliriz.”
***
Düşünce Merkezine karşı ikinci grup azınlıkiçi tepkiler ılımlı çeşidinden ve kimi eleştirilerden ibaret. Birkaçı yazılı, çoğu sözlü. Gerekçelenemeyen bir tedirginlik dile getiriliyor. Kimi soru işaretleri ve kuşkular, ama nedenlenemiyor. Bunlar isimli, terbiye çerçevesinde ve kara çalmıyor. Onun için yanıt verilebilir.
İnsanı üzen, bu tepkilerin genç kuşağın bazı temsilcilerinden gelmiş olması. Bu yazının başından beri zaten o gençlere yanıt veriyoruz ve savundukları yapılanmanın nasıl ortaya çıktığı ve nasıl işlediği konusunda ipuçları gösteriyoruz.
Bu eleştirilere göre, özetle, Azınlıkta Düşünce Merkezi gibi yeni bir derneğin kurulmasına gerek yok. Çünkü benzeri faaliyetler, örneğin, Yüksek Tahsilliler Derneği çatısı altında yapılabilir. Orada veya Öğretmenler Birliğinde veya Gençler Birliğinde yapılabilecekken ayrı bir kuruluş oluşturmaya gitmek, mevcut dernekleri yıpratmaya, daha sonra da Azınlık içinde bölünmeye hizmet eder. Sonra, yeni derneğin adında niye Türk sıfatı yok.
İçtenliği insanı ikna etmekten uzak gözlemler bunlar. Sonra bu ne biçim anlayış böyle, aşırı tutucu ve antidemokratik, hem de genç kuşak temsilcilerinden? Böyle bir anlayış, Azınlıkta dernekleşmenin önünü kapamaz mı? Oysa dernekleşme güdülen bir amaç değil midir? Azınlıkta değişik alanlarda faaliyet gösteren ne kadar çok dernek ve sivil örgüt oluşursa o kadar iyi değil midir? Yeter ki bunlara katılacak kişiler bulunabilsin. Sorunumuz katılımsızlık. Nedenini yukarıda anlattık. Azınlıkta bireylerin çamur ve iftira ve cezalandırılma korkusundan nasıl kendilerini pasifize ettiklerini biliyoruz. Son kurulan dernek te bu mekanizmanın nasıl çalıştığını en kötü versiyonuyla doğruladı. Bazı genç takım temsilcileri bu mekanizmanın beşinci tekerleğini oluşturmayı nasıl kabul edebiliyorlar?
Ama dış görünüş olarak yukarıdaki masumane, birlikçi ve safdil gözlemlerin altında gizlenemeyen tedirginlik başka.
Anlıyoruz tabiî, genç kuşak temsilcilerinden, ancak Azınlıktaki mevcut yapılanmayla ve belirli kesimle özdeşleşmiş ve orada yerini bulmuş üyelerinden geliyor özellikle bu eleştiriler. Merkezin bu yapıya ve o kesime rakip çıkmasından endişe ediyorlar. Açıkça söylemiyorlar, ama anlıyoruz. Düşünce Merkezi gibi bir kuruluş, sözüm ona Azınlıkta birliğe zarar verebilir ve bölünmeye yol açabilir diye bir kaygı dile getiriyorlar. Onlara göre Azınlıkta birlik, besbelli bu kemiklenmiş ve tıkanmış kurulu düzenin korunmasıyla sağlanabilir ve ona sadakat yeminiyle ortaya çıkmayan bir yenilik ve gelişme her şeyden önce bir tehlikedir. Düşünce Merkezi ise, ancak adına uygun, özgür düşünceli kişilerce kurulabilir, sorup soruşturan, sorgulayan, araştıran, karıştıran, hazır sunulanı kabul etmeyip kendisi öğrenip bilmek isteyen, evetçi olmayan, çağdaş, yenilenme ve değişim amaçlayan, faal ve üretken ve düşünen kişilerce kurulabilir. Düşünenler büyük tehlike.
Yaşının hakkını veremeyen, yaşlanmadan ihtiyarlayan gençler! Ne hüzün verici bir tablo sergiliyorsunuz!
Kadrosu yine genç kuşaktan oluşan “Gündem” gazetesi olayına değinmeden yazımızı noktalamak istemiyoruz. Düşünce Merkezinin kuruluş haberini gazetemiz nötr bir dille, ama olumlu bir biçimde verdi. Hata ettiğini anlamış, daha doğrusu hata ettiği kendisine söylenmiş olmalı ki, sonraki günler düzeltmeye koştu. Gündem’in internet sayfasında ilgili haber birkaç gün görüntülendi, sonra silindi. Ama o günler içinde Mehmet Dükkancı da Gündem’deki metni Havvaoğlu’na karşı kullanabildi. Demek istiyordu ki, “Yarı resmî gazetemiz Merkezle ilgili böyle yazdığına göre sen kim oluyorsun da onu Yunan Yönetimi kurdurttu diyebiliyorsun, be itoğlu it!”. Üç gün sonra Havvaoğlu’nun Mehmet Dükkancı’ya yanıtı da şöyle biçimlenmiştir: “O haberi Gündem’in neresinde okudun, göstersene be fırıldak!”
Şimdi Düşünce Merkezinin 20 kurucu üyesinin kendisine karşı nasıl davranmasını bekliyor gazetemiz Gündem ve fırıldaklığını öğrenen azınlık kamuoyu? Böyle bir haysiyet meselesinde bile direnemeyip boyun eğdikten sonra?
Azınlıkça 2004
Azınlıkça'yı Google Haberlerde takip et
Azınlıkça'yı Facebook'ta takip et
Azınlıkça'yı Twitter'da takip et