3 ila 4 yaşından itibaren, hepimiz yalan söylemeye başlarız. Çünkü beynimizin gelişiminin bu aşamasında, çok yönlü ve çok güçlü bir şeye sahip olduğumuzu öğreniriz: Dil.
Dil öğreniminin ardından, onu, gerçeklerle oynamak ve neler olup bittiğinin sonuçlarını etkilemek için kullanırız.
Eninde sonunda, yalan söylemenin “kötü” bir şey olduğunu ve ona asla başvurmamamız gerektiğini öğreniriz. Fakat bunun pek de mümkün olmadığını, bazen hepimizin yalan söylemek zorunda kalmasından biliriz.
Ne var ki, bazı insanlar patolojik derecede yalancıdır. Yani, kendileri ve başka insanlar hakkında yanlış bilgi yaymaktan kendilerini alıkoymazlar. Bazı insanların neden bu şekilde davrandığının arkasındaki psikolojik nedenler ise tam olarak açığa çıkarılabilmiş değildir. Ancak Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders’ın üçüncü baskısında, patolojik yalanın, kendi başına bir bozukluk olmasının yanı sıra, psikopati ve narsisizm gibi kişilik bozukluklarının da bir belirtisi olduğuna değiniliyor.
Psikiyatristler bu durumun, şevkat ve empati sahibi olmamızı sağlayan nörolojik bağlantılardaki bir eksiklikten kaynaklandığını düşünüyor. Çünkü narsistler, sosyopatlar ve psikopatlar; empati eksikliği bozukluğuna sahiptir, yani normal insanlarla aynı biçimde empati hissine sahip değillerdir.
Gerçeğin, Narsistler İçin Bir Önemi Yoktur
Narsistler, çevrelerine genellikle muazzam bir görüntü ya da aşırı özgüvenli bir portre çizerler, fakat bu durum, derinlerde gizlenmiş güvensizlik duygusu ve en ufak bir eleştiriyle kırılacak çürük bir özsaygı ile kuşanmıştır. Bu karakteristiklerinden kaynaklı, narsist insanlar sürekli olarak kendi duygusal ihtiyaçlarını karşılamak için sığ ve zayıf ilişkiler içerisinde bulunurlar.
Diğer insanları umursamazsanız, yalan söylemenin sizin için bir önemi yoktur. Empati azlığı, esasen pek çok insan için yakalaması zor bir konsept olan vicdan azlığı anlamına gelir. Bu insanlar yalan söylediklerinde, bu durum normal bir insanı rahatsız ettiği kadar onları rahatsız etmez. Dolayısıyla, Ay’a yol da yaparlar, “Kabataş’ta türbanlı bacıma saldırdılar” da derler. Bunun açık bir yalan olması, pek çok insanı rahatsız etse de, yalanı söyleyen ya da yalancıyı savunanlar için herhangi bir rahatsızlık oluşturmaz. Bu açıdan bakınca da yalan söylemekten kendini alamama durumunu, bariz bir kişilik bozukluğu olarak tanımlayabiliriz.
Pek çok insan, patolojik yalancılarla olağan bir ilişki içerisinde olabilir veya bu insanların neden yalan söylediklerini anlamayabilir, çünkü bu insanları empatik olmanın ne anlama geldiğine ilişkin sıradan standartların içerisine yerleştirmeye çalışırlar. Fakat, bu yerleştirme çabası sonuçsuz kalır. Esasında, bu insanlar, “iki laflarından birisinin yalan olduğunu” bile fark etmezler, çünkü bunun bilincinde değillerdir. Bu yüzden çoğunlukla doğruyu söylediklerine inanıyorlardır. Bu durum olayın kendisinin doğruluğundan ziyade, bir başkası üzerinde güç elde etmeyi istemekle ilgilidir.
Aşırı Empatik İnsanlar İçin Büyük Tehlike
2016 yılında Nature Neuroscience‘da yayımlanan bir araştırmada, katılımcıların dürüst olmama durumlarındaki beyin aktivitesi fMRI ile gözlemlendi. Duygusal uyarımdan sorumlu beyin bölgelerine odaklanılan çalışmada, duyguların işlendiği ve tepki oluşturulduğu ilk bölge olan amigdalada aktifleşme gözlemlendi. Tarama sonuçlarından elde edilen veriler, katılımcıların yalan söylediklerinde ilk olarak amigdala aktivitesinde yüksek bir artış görüldüğünü ortaya koydu.
Kişi, söylediği yalan sonucunda bir fayda sağlıyorsa, yalan söylemeye devam ediyor. Bu da; dürüst olmamanın yaygınlık göstermesi için bencilliğin yeterli olduğunu ortaya koyuyor. Yani dürüst olmayan davranışlar tekrarlandığında bu durum giderek daha da yaygın bir hâl alıyor.
Bu durum, aşırı empatik insanlar için son derece tehlikelidir, çünkü bu insanlar narsistleri cezbetmektedir. Empati duygusu yüksek kişiler, birisinin yalan söylediğini gördüklerinde, sahip oldukları aşırı empati hissinden kaynaklı onu anlamaya çalışırlar ya da kendilerini suçlarlar. Yalan bir kez başladığında, bu durum; kurbanın, kendisini hatalı hissedeceği şekilde manipüle edildiği bir süreçle sona erer ve istismarcının çarpık gerçeğine inanmaya başlar.
İlişkilerin gücü, iki taraf da birbirine dürüst olduğunda, birbirine güvendiğinde ortaya çıkar. Yaşamınızı bir yalancının etrafında şekillendiremezsiniz. Bu durum “ahlâki bir eksiklik” gibidir ve ölçülebilirliği yoktur. Patolojik bir yalancı, “Yalan söylediğim için üzgünüm” demeyecektir. Bunun sizin hatanız olduğunu ifade edecektir. Patolojik bir yalancının pençesinden kurtulmanın tek yolu, “Hayır, bu benim hatam değil ve sen yalan söylüyorsun bu yüzden sana güvenmiyorum” diyebilecek kadar güçlü olmaktır.
Ancak ne yazık ki, insanlar kendilerinden şüphe etme eğilimi gösterirler, çünkü yalanlar kurnazca yükselişe geçer. Basit, beyaz bir yalanla başlayabilir ve birkaç ay sonra, kurbanın yaşamı, uzun bir masal ağıyla örülmüş duruma gelir. Eğer birisi yalan söylüyorsa, yalanına bir bahane bulmaya çalışmayın. Yalan, yalandır ve bu yalanı, kaynağına götürdüğünüzde; kişi, bunun sizin suçunuz olduğunu ya da böyle bir şey söylemediğini söylerse, ortada son derece yanlış giden bir şeyin olduğunu bilmelisiniz.
Öte yandan, patolojik yalan ve narsisizmin, tamamen aynı anlama gelmediğini, yalnızca bazen birbirini tamamladıklarını söyleyebiliriz. Pek çok psikolog, bazı insanların kendilerini yalan söylemekten alıkoyamamalarının, beynin mevcut fonksiyonuyla ve bazı insanların beyinlerinin çalışma şekliyle bir ilgisi olduğunu ileri sürüyor. Bu da onların başka insanlarda yaratacağı etkiyi anlamasını zorlaştırıyor. Ancak tam teşhis için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyuyoruz.
Azınlıkça'yı Google Haberlerde takip et
Azınlıkça'yı Facebook'ta takip et
Azınlıkça'yı Twitter'da takip et