Yunanistan, tarihinin en karanlık dönemlerinden birinden geçerken, toplumsal çürümeye dair ne kadar örnek varsa, ölü balıklar gibi su yüzeyine çıkıyor.
Ve malûmunuz yüzeyi ölü balıklarla dolu bir göl, tahammül edilemeyecek kadar pis kokar.
Fakat Yunan toplumu, tüm bu pisliğe karşı burnunu, kendisini uyarmak isteyenlere karşı kulaklarını, hakikate karşı gözlerini kapamaya devam ediyor.
Yoksa transseksüel olduğu için 15 yaşındaki çocukların saldırılarına maruz kalan, dışlanan, akıl hastanesine terk edilen iyilik meleği Dimitra’nın (veya Dimitris) trajik sonu karşısında hiçbir şey olmamış gibi davranamazdı koca bir toplum.
20 yaşındaki Caroline’ın 11 aylık bebeği önünde katledilmesine, ilk başta katillerin Gürcü olduğunu duyunca öfkelenip, katilin kocası olduğu ortaya çıkınca bu menfur cinayeti aklamaya kalkışamazdı.
Bizler belki kendi azınlığımıza bakmaktan ve içerlenmekten, başımızı kaldırıp bakamıyoruz ama koskoca Yunan toplumu da tıpkı bizim azınlık gibi içten içe çürümeye, yozlaşmaya, vahşileşmeye başlamış durumda.
Cunta sonrası tarihinin gelmiş geçmiş en aşırı sağ ve baskıcı rejimi altında ezilen toplumun ilk kurbanları da –her yerde olduğu gibi– kadınlar olmaya devam ediyor.
Günümüz Yunanistanında gün geçmiyor ki bir cinayet, bir iğfal, bir sarkma haberi okumayalım.
Ve işin kötü yanı, bu olaylar büyük şehirlerde yaşanan ‘münferit’ deyip geçebileceğimiz olaylar değil; burnumuzun dibinde, Batı Trakya’da, Gümülcine’de de gerçekleşiyor.
Ve şunu herkes bal gibi biliyor ki, kadınlar artık sokakta serbest dolaşamıyor: ellerinde anahtar, çantalarında biber gazı, korku içinde yaşayarak yürüyorlar sokaklarda.
Bunun da tek sorumlusu var: Erkekler!
Kendini kuru fasulye gibi nimetten sayan, kadını kendinden aşağı gören, kadınlara istediği gibi davranma ve aşağılama hakkı olduğunu zanneden, kadının kendi şahsî ve fizikî ihtiyaçlarını karşılamak için yartatılmış bir varlık olduğunu düşünen kaz kafalılar!
Ve erkek egemen toplum, siyasetinden yargısına, medyasından polisine kökünden değişmediği sürece bu ne yazık ki böyle sürecek.
Bize gelende…
Bizde durum daha da vahim: ‘Kocadır, sever de döver de’den tutun da, ‘Elinin hamuruyla erkek işine karışma’ya kadar uzanan bir yelpazede kadınlarımız şiddet görüyor, aşağılanıyor, istismara uğruyor.
Ve hepsinden acısı, ‘kapalı toplum’ olmamızdan mütevellit, toplum nezdinde hor görülme ve dışlanma korkusuyla susuyorlar.
En son 2 kadın arkadaşımın başına gelen benzer 2 olay bu yazıya vesile oldu…
Her iki durumda da, biri sevgilisinden, diğeri nişanlısından ayrılmış olan iki kadın arkadaşım, eski erkek arkadaşları tarafından sürekli rahatsız ediliyor, takip ediliyor, sözlü olarak rencide ediliyor.
Gerekçe basit: Bir kadın tarafından terk edilmeyi gururuna ve erkekliğine yediremeyen iki mağara adamı, Polat Alemdar kılığına bürünerek ‘Ben bitti demeden bitmez’ hödüklüğüyle iki genç kadının üzerine korku salma yetkisini kendisinde buluyor.
Burada sormak gerekiyor: Her ne kadar her iki kadın arkadaşım da polise başvurmuş ve bu şekilde olayın önüne geçmeye çalışmışsa da, olası bir ‘ters’ durumda, başlarına bir şey gelirse, sorumluluğu kim üstlenecek?
İşte zurnanın ‘zırt’ dediği yer tam da burası…
Arkadaşlarımız için ağlayıp, erkek egemen toplumu lânetleyerek ve üzerinden çok geçmeden unutarak mı yaşayacağız?
Bu toplumsal çürümüşlüğün önüne geçmek için, toplumsal tavır lâzım.
O da şudur: Kadına el kaldıranın elini kırmak, kadına şiddet uygulanı toplumdan ‘aforoz’ etmek, kadınları aşağılayanların laflarını ağızlarına tıkamak, kadınlarla ilgili cinsiyetçi fıkralar anlatanların masasından kalkmak, onlara konuşma ve eylem fırsatı tanımamak.
Aksi halde bugün o 2 arkadaşımın pozisyonunda bizim sevgililerimiz, bizim kızlarımız olacak.
Baskı ve şiddet altında yaşamış anneleri tarafından şımarık, bencil, maço, kısacası odun olarak yetiştirilmiş erkek çocukları, başka türlü ‘yontulmayacak’ çünkü.
Kadınlarımız, kızlarımız, çocuklarımız sokaklarda rahatça, istedikleri gibi giyinerek, istedikleri gibi yürüsünler diye, bu bizim toplumsal borcumuzdur.
Erkek egemen toplumu yıkmak, erkeklere hadlerini bildirmek ise en yüce vazifemiz.
Ve korkmayan, susmayan, kendisini ezen bu düzene isyan eden kadınlarımızla birlikte, biz devrimci erkekler bunu elele başaracağız…
Mustafa Çolakali
Azınlıkça'yı Google Haberlerde takip et
Azınlıkça'yı Facebook'ta takip et
Azınlıkça'yı Twitter'da takip et