İbram Onsunoğlu Tiken’de yazı dizisinin 6’ncı bölümüyle devam ediyor.
Milletvekili Mehmet Müftüoğlu, Hafız Cemali’nin Gümülcine Müftülüğüne Müftü Naibi olarak tayininin iptal edilmesi için Danıştay’a yaptığı itirazdan sonra itirazını geri çekmesi için önce “Yunan tarafından” çok baskı gördü. Zira itirazın sarsılmaz yasal dayanakları vardı ve bir “devlet politikası” fiyaskoyla sonuçlanabilirdi. İtiraz dilekçesini geri çekmeye ikna etsin diye PASOK iktidarı Müftüoğlu’nun partisi Y.D.’den yardım istedi. Müftüoğlu, partisinin baskılarına göğüs gerdi ve itiraz dilekçesini geri çekmedi.
Geri çekmedi, ama partisinde isminin üstüne bir kırmızı çizgi çekildi. Yunanistan’da kuraldır, milletvekilleri bir sonraki seçimlerde yine adaydır. Bir sonraki seçimlerde, 18/6/1989, aday olmayı beklerken partisi Müftüoğlu’nu cezalandırdı ve aday yapmadı. Beş ay sonra yine erken seçimler vardır. Şartlar değişmiştir ve bu kez aday olsun diye tabir caizse Müftüoğlu’nun ayaklarına kapandılar.
Müftüoğlu’nun dilekçesi, tayin işlemiyle çiğnenen yürürlükteki yasa hükümlerinin uygulanmasını talep ediyordu, Hafız Cemali’nin tayininin iptalini ve müftünün belirlenmesi için seçimlerin yapılmasını. Bu iki talep, aynı zamanda Takım’ın ağzıyla dile getirilen Koca Kapı talepleri idi. Buna rağmen Müftüoğlu Danıştay’a yaptığı başvuruyu geri çekmesi için “Türk tarafından” daha çok baskı gördü. Bana, başkonsolosun baskısı karşısında sonunda başvuruyu geri çekmek zorunda kaldığını söylemiştir. İki devletin baskısı karşısında can dayanmaz.
Müftüoğlu “yalnız kurt” idi. Arkadaş çevresine Danıştay’a başvuracağını, başvurduğunu, başvurusunu geri çekmesi için baskı gördüğünü, sonunda geri çekmeye karar verdiğini anlatmamıştır, danışmamıştır, bildiğim kadarıyla. Koca Kapı’ya danışmak zaten huyu değildi, saygıda kusur etmezdi, ama mesafeliydi. Orasıyla arasındaki soğukluğun bir hikayesi var elbet, nasıl başladı, nasıl gelişti, anlatırsam konuyu dağıtacağız. Beni Danıştay konusu hakkında her şey olup bittikten sonra bilgilendirmiştir. Oysa onun yanında duran, ona destek veren birkaç arkadaştan biriydim. Daha önce anlatmış olsaydı, başvurusunu geri çekmemesi için elimden geleni yapardım.
Peki, Koca Kapı Müftüoğlu’nun başvurusuna niye itiraz etmiş ve onu geri çekmesini istemiştir? Bu olay, bir süredir neredeyse tek konu olarak eleştirdiğim Türkiye’nin azınlık politikasının tüm olumsuzluklarını, hatta daha fazlasını, içermekte olup anlatılmaya ve yorumlanmaya değerdir, ibret olsun diye.
Takım’ın sözcüsü gibi görünmekten zevk alan Hasan Hatipoğlu, gazetesi AKIN’da aşağı yukarı şunları yazıyordu: “Ey Müftüoğlu, Danıştay’a yaptığın o müracaatı derhal geri çek. Azınlığa kurulmuş büyük bir tuzakta seni kullanıyorlar. Karanlık güçlerin organı oluyorsun…” Bu eksen üzerinde çağrı ve suçlamalar, aynen hatırlamıyorum tabiî, Müftüoğlu Danıştay’a başvurduğu için azınlık düşmanlarına hizmet ediyordu, başvuruyu geri çekmemesi halinde vatan haini ilan edilecekti.
Hatipoğlu’yla konuyu sözlü olarak tartıştığımda bana diyor ki: Müftülük konusunda 2345/1920 yasası Azınlığın elinde büyük bir koz. Mehmet Müftüoğlu bu kozu kullanmak istiyor. Peki, ya mahkeme olumsuz karar verirse ne olacak? O zaman bu büyük kozumuzu kaybetmiş olacağız ve bir kere daha kullanamayacağız. İşte bu nedenle o yegâne hukukî kozumuzu kaybetmemek için kullanmamalıyız, onu bir yerde saklı tutmalıyız. Karanlık güçler Müftüoğlu’ndan yararlanıyor ve bu kozumuzu ona harcatmak istiyorlar (!!!).
Hayatımda böyle saçmalık işitmedim. Hatipoğlu bana bile yutturmak istiyordu. “Hasan abi be, bu söylediklerine sen kendin inanıyor musun?” Buna benzer saçmalıklar AKIN’da ve ayrıca Koca Kapı’nın öbür gazetesi GERÇEK’te yayımlandı (1985-86). (Hani bugünkü Türkiye’de RT Erdoğan’ın ağzından çıkan her saçma söz yandaş basın tarafından içinde büyük hikmet varmış gibi sergilenir ya, diktatörlük şartları, biz bunu çok eskiden uyguluyorduk, bizde diktatörlük daimîdir.) Sonradan öğreniyorum ki başkonsolos ta Müftüoğlu’yla konuşurken benzer savları sıralamış. Celal Zeybek’in dediği gibi, “hepsi aynı kaba osuruyorlar, sonra…”.
Bu saçmalıklara kendileri de inanmıyorlardı tabiî, ama halkın inanmasını istiyorlardı. Daha başka sav bulamadıkları için bu gülünç iddiayı uydurmuşlardı.
Koca Kapı Müftüoğlu’nun dilekçesinin reddedilmesinden ve bu reddin doğuracağı sonuçlardan korkuyordu, sözüm ona, sonra hakkımızı kaybedeceğiz diye (!), öyle mi? Hakkımız mahfuz kalsın istiyordu. Yalan. Tam tersi geçerli idi. Koca Kapı, itiraz dilekçesinin tartışılıp kabul edilmesinden, Hafız Cemali’nin tayininin iptal edilmesinden, mahkemenin hükümete seçim yapılsın diye çağrıda bulunmasından korkuyordu, gerçek korkusu bu idi. Hoş, hükümet bir kulpunu bulup mahkeme kararını yine uygulamayacaktı belki, ama o ayrı konu.
Yukarıda ne demiştim? Koca Kapı gerçekte ne Hafız Cemali’nin istifa etmesini, ne de müftü için seçim yapılmasın istiyordu, dememiş miydim? Ama neden?
Önce genel bir neden. Daha sonra özelini de açıklayacağım. Türkiye’nin azınlık politikası çözümsüzlük ilkesine dayanmaktadır. Onun için azınlık sorunları çözüme kavuşturulmamalı, idame ettirilmelidir. Hafız Cemali tayinli müftü kalmalı ve müftü için seçimler yapılmamalıdır ki Azınlık bu sorunlar hakkında devamlı olarak zinde dursun, bu ve diğer hakların peşinde koşsun ve mücadele etsin (mücadele ediyormuş gibi yapsın). Türkiye de uluslararası forumlarda bu sorunları Yunanistan’a hep kaksın.
Bakınız, Türkiye’nin bu çözümsüzlük politikası belki aslında Yunanistan’ın azınlık politikasına bir uyarlamadan ibaret bir şeydi önceleri, sonradan doktrin oldu. Yunanistan 30 yıldır baskı ve ayrımları ve insan hakları ihlallerini gittikçe artan bir şiddetle devam ettiriyordu, ufukta hiçbir çözüm, hatta hiçbir yumuşama görünmüyordu. Bu durum, yani çözümsüzlük, Azınlık için nasıl olsa değişmeyecek bir realitedir, ben de kendi politikamı bu realiteye uyarlamalıyım demiş olabilir Türkiye.
Uluslararası forumlarda Yunanistan’ı sıkıştırmak için bu sorunları koz olarak kullanıyordu. Azınlığın kendisi için değil o kadar. Bunca Yunan-Türk sorunları arasında azınlık sorunu ve Azınlığın sorunları neydi ki, devede kulak bile değildi. Çözülse ne olur, çözülmese ne olur.
Ankara için devede kulak, ama bizim için hayatî, daha hayatîsi yok. İşte bu noktada Ankara ile farklılaşma ve AZINLIKÇILIK başlıyor.
Önemli bir azınlık sorununa çözüm bulunduğunda Koca Kapı nasıl tepki veriyor? Biz seviniyoruz. Peki Türkiye? 1996 yılına dek benim kuşaktan 1964-77 dönemindeki 30 kadar kişi dışında Yunan Üniversitelerinde bir tek azınlık öğrencisi yoktu. (Biz de Selanik Üniversitesi’nde Koca Kapı’nın yönlendirmesi ve desteğiyle okumuştuk.) Bugün %0,5’lik kontenjan ve iyileşen eğitim koşulları sayesinde Yunan üniversitelerinde okuyan öğrenci sayısı 600’e ulaşmış durumda. Her 5-6 senede bir bu sayı yenileniyor… Sorumu yineliyorum, önemli bir azınlık sorununa çözüm bulunduğunda Koca Kapı nasıl tepki veriyor?
Aşağıda anlatacağım olay başıma gelmemiş olsaydı, böyle bir soru sormak nereden aklıma gelecek? 1998 yılı Temmuz ayında “ünlü” 19. maddenin yürürlükten kaldırılmasıyla Azınlık darağacındayken boynuna geçirilmiş halattan kurtulmadı yalnızca, aynı zamanda 35 yıldır maruz kaldığı Büyük Kovma süreci de noktalanıyordu. Bir süre sonra bir konsolosluk çalışanı hiç münasebet yokken, damdan düşercesine ve beni azarlarcasına: “19. maddeyi kaldırmak için uğraşmakla ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Yunan amaline hizmet ettiniz. Türkiye bu maddeyle Yunanistan’ı köşeye sıkıştırıyordu. Bu kozu elinden aldınız.” Patlarcasına konuşmuştu, belli ki içinde şişmişti. Ne mutlu hani “bizim” sayemizde kalkmışsa o madde (!). Böyle bir mantık, böyle bir sapıklık mümkün mü? Bir memurun kendi kişisel görüşüdür iddiasına katılmıyorum. Bir sırrı ağzından kaçırmıştı. O melun hükmün kaldırılması için uğraşmışım diye adam yüzüme karşı bana “hain” diyordu. Onun için tekrar ediyorum, Azınlığı savunmak, tek başlarına Koca Kapı’ya ve onun Takım’ına bırakılamaz.
Devamı var. Memur bana “siz” derken benim kanka Abdülhalim Dede’yi de kastediyordu. Zaten o, 19. maddenin kaldırılması için benden daha çok uğraşmıştı. Olayı ona söyledim. “Genel af”ın geçerli olduğu yıllar, konsolosluğa girip çıkabiliyor. Bir gün konsolosluğa gittiğinde orada o memuru nasıl haşladığını anlattı.
Ne dediğine bakmayın, Koca Kapı, gerçekte Hafız Cemali’nin istifa etmesini istemiyordu. Müftülük sorunu azınlık konusunda elinde kalan en önemli koz değil mi?
Mehmet Müftüoğlu’nun Danıştay’a başvurusunu geri çekmesi için ona baskı yapıyordu, bakarsın itirazı kabul edilir ve Hafız Cemali’nin tayini iptal edilir korkusuyla. Bırak itirazın kabul edilmesini, mahkemede görüşülecek olmasından bile korkuyordu, isterse tayinin iptal talebi reddedilsin. Burada Koca Kapı’nın Danıştay başvurusuna karşı gelmesinin asıl büyük nedeni, Mehmet Müftüoğlu’nun şahsında özel olanıydı. Onu da anlatmam gerekecek.
Devamı yarın
12/1/2020
İbram Onsunoğlu
DİĞER BÖLÜMLER
Azınlıkça'yı Google Haberlerde takip et
Azınlıkça'yı Facebook'ta takip et
Azınlıkça'yı Twitter'da takip et